Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol!


Hatırlarsınız; okulda bize dünyanın 23° 27' eğik durduğunu ve şeklinin de yuvarlak olmayıp az “eğik” olduğu öğretilmişti. (Latiftir ki 23 rakamı Kur’ân’ın nüzul müddetine 27 de vahyin ilk başlangıç tarihi olan Kadir Gecesine tevafuk etmektedir!)

 Acaba her işi hikmetli olan Hakîm-i Zülcelâl misâfirhanemizi neden bu vaziyette yaratmıştı? Bunun maddî sebeplerini bilim adamlarından sorsak, çok hikmetlerini sıralayacakları gibi  “daha yaşanabilir bir dünya” için bu şeklin zarurî olduğunu ifade edeceklerdir. Fakat bu yaratılışın mânâ âleminde de bir izahı olmalıydı. Gelin bu sualin cevabını dünyamızdan dinleyelim:

DÜNYA NE DİYOR? 

“ Ey insanoğlu benim adım Dünya’dır. “En alçak yer” mânâsını taşıyan “edna” kelimesinin dişilidir. Siz insanlar için tehlikeli olan tarafım bu dişilik ve alçaklığımda yatmaktadır. Hâlimi bir Allah dostu şu veciz söz ile anlatmıştır:  “Ey gafletinden mecnuna dönmüş olan kişi, dünya bin kocalı ihtiyare bir kadındır, taliplisi çok amma elde edeni yoktur.”


Evet, bana âşık olanlar, uğrumda her şeylerini feda edenler çok olmuş ise de kimseyi ne yar edindim ve ne de memnun ettim. Siz siz olun benim güzel görünüşüme ve zehirli geçici lezzetlerime aldanmayın. Onlar, şu hayatın bir dirhem zevki namına her şeylerini pazara çıkaranları, ibâdeti ve âhiretlerini bir çırpıda unutanları avlamak için kullandığım yemlerdir.  Üstümdeki fena damgasını görün, bâki bir zâta mahsus olan kalbinizde yer etmesine izin vermeyin. Buna rağmen içinizde, zehirli oklarıma karşı bir arzu hissettiğinizde “sazan misal” kendilerini bana kaptıranların acı sonlarını hatırlayın ve intibaha gelin.

“Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edeni de hizmetinde kullan.”

Rabbimiz, sizleri en şerefli misâfirleri olarak yaratıp üstümde iskân etmek üzere gönderiyorken bana da şöyle emretti: “Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edeni de hizmetinde kullan.” Bilirsiniz hiçbir zaman itaatsizlik etmem. O gün bugündür bu sözü yerine getiririm.  Âdeta ölmeyecekmiş gibi güzelliklerime meftun olanları, yeryüzümün imar işlerinde kullanırım. Bunlardan öyleleri vardır ki hiç oturmayacakları yazlık ve kışlık villaları ve devasa gökdelenleri inşa ederler de ömürleri kifâyet etmediğinden hiç faydasını görmeden göçüp giderler. Mülklerin ve katların doyuramadığı o gözlere şimdi bir avuç toprağım yeterli gelmektedir. Bazen akılları başlarına gelsin diye bir titreme ile silkelenirim. Anlayanlar ibret alır, ders almayanlar ise daha büyük bir çaba ile yeniden daha sağlamının inşasına koyulurlar.

Evet, mezkûr emir gereğince Rabbime kul olanların hizmetine âmâdeyim. Yüz yirmi bin Peygamber ve yüz yirmi milyon evliya bu dediklerime şâhittirler. Nice Firavun, Nemrut ve servet sâhipleri sâdık hizmetçilerim oldukları halde, ne siz ne de ben isimlerini hatırlarım. Allah dostları ise sizler tarafından asırlardır hayır duâlarla yâd edilirken, bana da cesetleri şehit olmaları sebebiyle haram kılınmıştır.

Laf açılmış âlem-i misalde beni gören bir ehl-i kemâl şöyle tasvir etmiştir: “Dünya başında ve kuyruğunda ki kılları yolunmuş bir köpektir.” Bu garipliğe şaşırdınız herhalde, izah edeyim;  Başımdaki kıllarımın dökük oluşu, peşlerini bırakmadığım âhiret sevdalılarının, aklarının tersiyle başıma vurmalarındandır. Kuyruğumun kılsızlığı ise beni arzulayanları oyalamak için koparmalarına izin vermem sebebiyledir. Aslında kimseye kendimi kaptırmazdım, ama peşimden sürüklensinler ve nefisleri daha da aç bir hale gelsin diye bazı dünyalıkları elde etmelerine izin veriyorum. Oysaki doyumsuzlukları ziyâdeşmektedir. Siz siz olun bu tuzaklarıma düşmeyin!
Ey insanoğlu bil ki, benim üç yüzüm var:
      Birincide: Allah’ın isimlerine güzel bir aynayım.
      İkincide: Âhiretin tarlasıyım.
      Üçüncüde ise: İnsanların hevesatına bakarım.
İşte şimdiye kadar anlattıklarım üçüncü yüzüm ile alâkadarlıdır. İlk ikisi ise temizdir. Eğer Rabbimizin bin bir ismini anlayıp maddî perdelerden sıyrılıp hakikati güneş gibi görmek istersen bu veçhimi çokça tefekkür et. Ama Cennet nimetlerini ziyâdeleştirmek istersen ikinci yüzüm tam sana lâzım olanıdır. Sahâbe Efendilerimizin hâli bu noktada size güzel bir numunedir. Onlar ki; ne ibâdet ve itaatte sınır tanımışlar ve ne de dünya ticâretlerinde geri kalmışlar. Âdeta hayatlarını bereketli bâki neticeler verecek buğday başağına döndürmüşler.
İnsanoğlunun bu hâli ne ilginç değil mi? Yaşanılması lâzım gelen hayatı öğrenir, bilir, öğretir, takdir eder, ama kendine tatbik etmeye gelince zamanın değişmesinden asrın başkalaşmış olmasından dem vurur. Oysaki bu nâdide yıldızların izlerini sürüp rıza makamına çıkmanız elzem iken onların yaşantılarını asr-ı saâdete hapsedip gökyüzünde ulaşılması mümkün olmayan insanüstü vasıflar olarak kabul ediyorsunuz. Aslında onlar Cennete ve Ruyetullaha giden yolun üzerinde sizler için dikilmiş nurlu kandillerdir.
Sana son bir sözüm de şu olsun: Bir gün İbrahim (as), “Ya Rabbî, ne zamana kadar daha dünyayı takip edeceğim” dediği zaman Allahu Teâlâ buyurdu ki:
“Ya İbrahim, böyle konuşma! Çoluk çocuğunun nafakası için çalışmak dünya talebi değil ki ondan şikâyet edilsin!”  İşte dünyayı böyle anlamalı ve yaşamalı.
Biraz çokça söyledik herhalde, ama hak adına olanda israf olmaz bilirsin. Haydi, Allah kolaylık versin!…
Rabbim, bizlere dünyanın ibretlik sözlerinden ders alıp, kendimizce kendimizi mahkûm etmiş olduğumuz olmazsa olmazlarımızdan vazgeçip dünyayı kesben terk edenlerden değil de kalben terk edenlerden eylesin. Âmîn.

(Kudret Uğur, İrfan Mektebi)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails