Hastalık mı Sağlık mı?

Bu güne kadar hastalar için, tıp fakülteleri kurulup doktorlar yetiştirilmiş, kemik hastanelerinden göz hastanelerine, kalp hastanelerinden tâ akıl hastanelerine kadar üstün donanıma sahip çeşit çeşit hastaneler kurulup binlerce insan istihdam edilmiştir. İnsan sağlığı kutsal kabul edilip hastalıkları teşhis ve tedavi yolunda hiçbir masraftan çekinilmemiştir.

“Mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettarı, hayata hizmettir.” düsturunu kendine rehber eden Bedîüzzaman Hazretleri ise, hastalar için, bu güne kadar yapılanlardan çok farklı bir şey yapmıştır. O şey ki, her hastanın mutlak ihtiyaç hissettiği, görünüşte küçük fakat ma’nen büyük olan, çoğu zaman ihmale uğrayan, çoğu zaman unutulan, çoğu zaman gözlerden kaçan ama hasta için ilaç kadar doktor kadar önemi ve değeri olan teselli hakikatidir.

Bedîüzzaman Hazretleri hastalara bu teselli ihtiyacı içindir ki Hastalar Risâlesi’ni faydalı bir merhem, manevî bir reçete, geçmiş olsun makamında bir duâ ve dilek maksadıyla te’lif etmiştir. Hastalar Risâlesi hastalığın görünüşte çirkin ve sevimsiz perdesi arkasındaki ulvi hakikatini ve şirin güzelliğini gösterip, hastalığı insanlara sevdirmiştir. 

1. RİSALE-İ NUR’UN PENCERESİNDEN HASTALIĞA BAKIŞ


Üstad Bedîüzzaman, her konuda olduğu gibi hastalığı da imanî bir pencereden ele alarak değerlendirmiştir. Bütün Risâle-i Nur Külliyatının temel eksenini oluşturan mânâ-yı harfî yönüyle ve imanî bir nazarla hastalığa bakmıştır. Bedîüzzaman Hazretleri hastalıklara mânâ-yı harfiyle bakarken; bu günkü modern tıbbın baktığı gibi hastalığı ve hastalığı oluşturan sebepleri tabiata, rastlantısal faktörlere veya kendi kendine oluşuyor düşüncesine nispet ederek bakmaz. Çünkü bu tarz bakış, insana Allah’ı unutturur, maddeci bir zihniyeti netice verir ve hastalığın gönderiliş hikmetini perdeler. Mânâ-yı harfîyle bakmak ise imanî bir nazardan süzülen şuurla hastalığı eşyadan değil esmâdan yani hastalığı veren Zât’ın isimlerinden bilerek, hastalığı gönderenin murad ettiği hikmetler penceresinden değerlendirerek bakmaktır. Bu bakış açısıyla Bedîüzzaman; hastalığın insanlara kesinlikle tesadüfen ve şanssızlık eseri olarak gelmediğini, bilakis Rahîm-i mutlak, Cemîl-i ale’l ıtlak, Rahmân-ı bilhak olan Allah’ın rahmet ve keremiyle isabet ettirildiğini, hastalığın insanı gafletten uyandıran vazifeli bir memur, hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşid olduğunu beyan etmiştir.

2. HASTALIKLARIN İBÂDET OLMA CİHETİ

Bedîüzzaman Hazretleri, şikâyet etmemek ve sabretmek şartıyla hastalıkların ibâdet hükmüne geçtiğini beyan eder. Ona göre ibâdet iki kısımdır. Biri müsbet ibâdet ki namaz, niyaz gibi ibâdetlerdir. Diğeri ise menfi ibâdet denilen elimizdeki nimetler alındığında itiraz ve isyan edebilecek imkân ve iradeye sahipken Allah’ın emrine, muradına ve takdirine rıza gösterip teslim olarak yapılan manevî ibâdetlerdir. Bu iki kısım ibâdet hakkında Bedîüzzaman Hazretleri şöyle söyler: “Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, senin ömür dakîkalarını birer sâat ibâdet hükmüne getirebilir. Çünki ibâdet, iki kısımdır. Biri müsbet ibâdet ki; namâz, niyâz gibi ma‘lûm ibâdetlerdir. Diğeri menfî ibâdetlerdir ki; hastalıklar, musîbetler vâsıtasıyla musîbetzede, aczini ve za‘fını hisseder. Hâlık-ı Rahîmine ilticâ eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, ma‘nevî bir ibâdete mazhar olur. Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allâh’dan şekvâ etmemek şartıyla, mü’min için ibâdet sayıldığına rivâyet-i sahîha vardır. Hattâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakîkalık hastalığı, bir sâat ibâdet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakîkası bir gün ibâdet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahîha ile ve keşfiyât-ı sâdıka ile sâbittir. Senin bir dakîka ömrünü, bin dakîka hükmüne getirip, sana uzun bir ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî değil, teşekkür et.” 


3. HASTALIK BİR İHSÂN-I İLAHİDİR

Bedîüzzaman Hazetleri hastalıkların tahammül dâhilinde olmak şartıyla bir İhsan-ı İlahi, bir hediye-i Rahmani olduğunu söyler ve bunu bizzat kendi yaşadığı bir tecrübeyle şöyle açıklar: “Bu sekiz dokuz senedir, liyâkatsiz olduğum hâlde, bazı genç zâtlar, hastalık münâsebetiyle duâ için benimle görüştüler. Dikkat ettim, hangi hastalıklı genci gördüm ise, sâir gençlere nisbeten âhiretini düşünmeğe başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesâttan bir derece kendini kurtarmış. Ben de bakıyordum, onların tahammül dâhilindeki hastalıklarını, bir ihsân-ı İlâhî olduğunu onlara ihtâr ediyordum. Ve derdim ki: “Kardeşim, ben senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, duâ edeyim. Hastalık seni tâm uyandırıncaya kadar sabra çalış. Hastalık vazîfesini bitirdikten sonra Hâlık-ı Rahîm inşâallâh sana şifâ verir.” Hem derdim: “Senin bir kısım emsâlin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namâzı terk ediyor, kabri düşünmüyor, Allâh’ı unutup, bir sâatlik hayât-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle, hadsiz bir hayât-ı ebediyesini sarsıyor, zedeliyor, belki de harâb ediyor. Sen hastalık gözüyle, herhâlde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasındaki menzilleri görürsün ve onlara göre davranırsın. Demek senin için hastalık, bir sıhhattir. Bir kısım emsâlindeki sıhhat, bir hastalıktır.”
   
4. HASTALIK, ALLAH’IN İSİMLERİNİN ANLAŞILMASINA VESİLEDİR

Her şeyin sahibi Allah’tır hakikatini hayatının merkezine alarak hareket eden İmam Bedîüzzaman’a göre insan, hiçbir şeye hakiki malik ve sahip değildir. İnsanın üstündeki herşey Allah’ın imtihan maksadıyla verdiği birer emanettir. Bu emanetlerin başında da vücut, hayat ve sağlık gelir. Mülkün hakiki sahibi olan, bütün isimleri Kur’ân’ın dediği gibi "Esmâü'l-Hüsnâ"  tabiriyle güzel olan, her yaptığı icraatta binler hikmetler bulunan Rabbimiz olan Allah, güzel isimlerinin bilinmesi, isimlerindeki güzel nakışların görünmesi, sanatının inceliklerinin fark edilmesi için o vücut, hayat ve sağlık üzerinde icraatlar yapar. İnsanın, Allah’ın bu icraatlarına karşı hiçbir şikayet ve itiraza hakkı yoktur. Çünkü mülk onundur. Herşeyin yegane sahibi O’dur.

Bedîüzzaman Hazretleri bu noktaya şöyle temas eder: “Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil şükürdür, sabırdır. Çünki senin vücûdun ve a‘zâve cihâzâtın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek onlar başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Yirmialtıncı Söz’de denildiği gibi, meselâ; gâyet zengîn, gâyet mâhir bir san‘atkâr; güzel san‘atını ve kıymetdâr servetini göstermek için, miskîn bir âdeme, bir ücrete mukābil, modellik vazîfesini gördürür. Bir sâatçik zamânda, diktiği murassa‘ ve gâyet san‘atlı bir gömleği, bir hulleyi o fakîre giydirir. Onun üstünde işler, vaz‘iyetler verir. Hârika envâ‘-ı san‘atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acabâ şu ücretli miskîn âdem, o zâta dese: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaz‘iyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun.” Böyle demeğe hak kazanabilir mi? “Hürmetsizlik ve merhametsizlik ve insâfsızlık ettin.” diyebilir mi? İşte aynen bu misâl gibi, Sâni‘-i Zülcelâl sana ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalb gibi nûrânî duygularla murassa‘ olarak giydirdiği cisim gömleğini, esmâ-yı hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaz‘iyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musîbetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem‘alar ve rahmetten şuâ‘lar ve o şuâât içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli güzel ma‘nâları bulursun.”

5. HASTALIK, ÖMÜR SERMÂYESİNİ BÜYÜK KÂRLARLA MEYVEDÂR EDİYOR.
Rabbimiz, Hâlıkımız tarafından imtihan için gönderildiğimiz şu dünyada ömür sermayemiz mesabesindeki zamanı ve o zaman dilimi içinde bize takdir edilmiş olan sayılı nefesleri hakkımızda en güzel ve en hayırlı bir şekilde değerlendirebilmek meselesi, her insanın en büyük ve en öncelikli bir meselesidir. Hastalıkların ve musibetlerin bu konuya bakan yönlerini Bedîüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder: “Ey bîçâre hasta! Merâk etme, sabret. Senin hastalığın sana derd değil, belki bir nevi‘ devâdır. Çünki ömür bir sermâyedir, gidiyor. Eğer meyvesi bulunmazsa zâyi‘ olur. Hem ömür râhat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermâyeni büyük kârlarla meyvedâr ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydân vermiyor, tutuyor, uzun ediyor, tâ meyvelerini verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işâreten bu darb-ı mesel dillerde destân olmuştur ki; “Musîbet zamânı çok uzundur, safâ zamânı pek kısa olur.”

6.HASTALIKLAR NİMET-İ İLAHİNİN KIYMETİNİN BİLİNMESİNE VESİLEDİR

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda mutlak bir acz ve mutlak bir fakr derc eylemiştir. İnsan öyle bir surette yaratılmıştır ki, hadsiz yönlerden elemler duyduğu gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilen bir makine hükmündedir. Nihayetsiz hikmet sahibi olan Fâtırımız, harika bir makine gibi olan böyle bir insanı, çeşit çeşit ihsanlarını, in’amlarını, ikramlarını hissettirmek ve her çeşit leziz nimetlerini tattırmak ve insanı daima neticesi, meyvesi şükür olan, bir şükür fabrikası yapmak hikmetiyle yaratmıştır. Rabbimizin; insanı, sonsuz sayıdaki nimetlerini tadacak, tanıyacak, tartacak derecede pek çok cihazlarla donatması gösteriyor ki; elbette sağlık ve afiyet nimetlerini verdiği gibi bu nimetlerin tam anlaşılmasına ve kıymetlerinin taktir edilmesine hizmet eden hastalıkları ve dertleri de verecektir. Hastalar Risâlesinde bu noktaya şöyle temas edilir: “Hayât, dâimâ sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir âyîne olur. Belki bir cihette ademi, yokluğu ve hiçliği ihsâs edip sıkıntı verir. Hayâtın kıymetini tenzîl eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalb eder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefâhete veyâ eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymetdâr ömrüne adâvet edip; çabuk öldürmek, çabuk geçirmek ister.”

7.HASTALIK SABUN GİBİ GÜNAHLARIN KİRLERİNİ YIKAR

Hastalığın insanlara Gaffârü’z-zünûb olan Allah tarafından gönderilmesinin hikmetlerinden biri de günahların affına vesile olması cihetidir. Çünkü şu belalı asırda Üstadın ifadesiyle “ Her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtiamiyede yüz günah insana karşı geliyor”  İşte kulları hakkında sonsuz merhamet sahibi olan Allah çeşit çeşit günahlarla kirlenen insanı hastalıklar vesilesiyle manen temizlemek istiyor. Hastalığın bu hikmeti hakkında Üstad Bedîüzzaman hadîs-i şeriflerden yola çıkarak şöyle der: “Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü'z-zünub olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki , "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker."
Hem “Sendeki hastalık, kıymettar hayatı sâfileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenettarane müteveccih etmek ve Sâni-i Hakîmin ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: "Sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal."

8.HAKİKİ DEHŞETLİ HASTALIK NEDİR?

Asrımız insanının içinde bulunduğu manevî durumu Üstad Bedîüzzaman Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmın kıssasıyla ilişkilendirerek şöyle yorumlar: “Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’ın zâhirî yaralarının ve hastalıklarının mukābili, bizim bâtınî ve rûhî ve kalbî hastalıklarımız var. İçimiz dışımıza, dışımız içimize bir çevrilse, Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’dan daha ziyâde yaralı ve hastalıklı olduğumuz görünecek. Çünki işlediğimiz herbir günâh, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve rûhumuza mütemâdiyen yaralar açıyor. Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayât-ı dünyeviyesini tehdîd ediyordu. Bizim ma‘nevî yaralarımız ise, pek uzun olan hayât-ı ebediyemizi tehdîd ediyor.”

9.ZEVAL-İ ELEM LEZZETTİR

Bedîüzzaman Hazretleri geçici, bir günlük hastalıktan gelen elemin çok günler manevî lezzetler ve sevaplara vesile olduğunu, ayrıca hastalığın son bularak elem ve sıkıntının bitmesinden gelen manevî lezzet yönünü şöyle açıklar: “Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum; geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş olan lezzetli, safâlı günlerini ve belâlı ve elemli vakitlerini tahattur et. Herhâlde ya “Oh!” veyâ “Âh!” diyeceksin. Yani, ya “Elhamdülillâh şükür.” veyâhûd “Vâ-hasretâ, vâ-esefâ.” kalbin veyâ lisânın diyecek. Dikkat et, sana “Oh! Elhamdülillâh şükür.” dediren, senin başından geçen elemlerin ve musîbetlerin düşünmesi, bir ma‘nevî lezzeti deşiyor ki; senin kalbin şükrediyor. Çünki elemin zevâli, lezzettir.”

10.HASTALIK VE ÖLÜM KORKUSU

Günümüzde birçok insanın depresyona girmesine sebebiyet veren, sıradan bir hastalıkta bile vesvese vererek bazı kişileri huzursuz eden, hatta intiharlara kadar götüren ölüm korkusu; asrımız insanının iç dünyasını meşgul eden büyük bir problemdir. Modern çağın ölüm korkusuna bulabildiği yegâne çareler, geçici olarak iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncaklar, uyutucu rolünde nefsanî arzular, aklı uyuşturan ilaçlar, maddeler ve fantaziyelerdir.
Hâlbuki hem ruhunda hem aklında hem kalbinde hem de vicdanında böyle dehşetli bir ölüm korkusu bulunan insanın bu geçici ve aldatıcı çarelerle saadeti mümkün olabilir mi? Ona mutlu denilebilir mi? Elbette ki hayır! Çünkü insanın ruhunun gıdası, vicdanının ziyası, aklının iknası, kalbinin ilacı ancak ebedi bir hayata iman iledir.

11.MERAK HASTALIĞI AĞIRLAŞTIRIR VE HASTALIĞI İKİLEŞTİRİR

Hastalıktaki merakın kendisinin de bir hastalık olduğunu söyleyen Bedîüzzaman Hazretleri, merakın ilacını da hastalığın hikmetini ve faydasını bilmek olarak ifade eder. Ve gereksiz yere hastalığı hakkında merak eden hastalara şöyle seslenir: “Ey lüzûmsuz merâk eden hasta! Sen, hastalığın ağırlığından merâk ediyorsun. O merâkın, senin hastalığını ağırlaştırıyor. Sen hastalığın hafîfleşmesini istersen, merâk etmemeye çalış. Yani hastalığın fâidelerini ve sevâbını ve çabuk geçeceğini düşün, merâkı kaldır, hastalığın kökünü kes. Evet, merâk, hastalığı ikileştirir; mâddî hastalığın altında merâk ile ma‘nevî bir hastalığı kalbine verir; mâddî hastalık ona dayanır, devâm eder. Eğer teslîmiyetle, rızâ ile ve hastalığın hikmetini düşünmekle o merâk gitse, o mâddî hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafîfleşir, kısmen gider.”

12.HASTALIKTAKİ TEVEHHÜM SABIRSIZLIĞI NETİCE VERİR

Hastalık esnasındaki kuruntular, vesveseler sabırsızlığı netice verir. Hasta da hastalığının bitmeyeceğini, acılarının geçmeyeceğini zannederek gereksiz endişelere düşer. Sabrı ve tahammülü azalır. Hastalığın altında ezilir. Eğer hasta, kuruntu ve vesveselerin baskısıyla sabır kuvvetini geçmiş ve geleceğe dağıtmazsa hal-ı hazırdaki sıkıntıya karşı Allah’ın verdiği sabır kuvveti kâfi gelir.

Bedîüzzaman Hazretleri bu noktaya şöyle temas eder: “Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hâzır bir elemi sana vermekle berâber; evvelki hastalığından bugüne kadar o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i ma‘neviyeyi ve sevâbındaki bir lezzet-i rûhiyeyi de veriyor. Bugünden, belki bu sâatten sonraki zamânda hastalık yok, elbette yoktan elem yok; elem olmazsa teessür de olmaz. Sen yanlış bir sûrette tevehhüm ettiğin için sabırsızlık geliyor. Çünki bugünden evvel bütün hastalık zamânının mâddîsi gitmekle, elemi de gitmiş; kendindeki sevâb ve zevâlindeki lezzet kalmış. Sana kâr ve sürûr vermek lâzım gelirken, onları düşünmeyip müteellim olmak sabırsızlık etmek dîvâneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdi düşünüp, yok olan bir günden, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücûd rengi vermek, dîvânelik değil de nedir? Mâdem bu sâatten evvelki hastalık zamânları sürûr veriyor. Ve mâdem bu sâatten sonraki zamân ma‘dûm, hastalık ma‘dûm, elem ma‘dûmdur. Sen, Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma; bu sâatteki eleme karşı tahşîd et; “Yâ Sabûr!” de, dayan.”

13.HASTALIKTAKİ ACİZLİK DUÂYA VESİLEDİR

Kur’ân-ı Kerimde “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var.”  diye buyuran Cenab-ı Hak, insanın yaradılış gayesinden birinin de duâ olduğunu beyan ediyor. Samimi duâ etmenin ve Allah’a yalvarmanın bir sebebi olan hastalıklar, insana acizliğini zayıflığını hissettirir. İnsan da dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip o acizlik ve zayıflığın diliyle çok içten, riyasız bir duâ eder. “Hastalık duânın vaktidir” diyen Bedîüzzaman Hazretleri bu noktayı şöyle açıklar: “Hastanın duâsının makbûliyeti, ehemmiyetli bir mes’eledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifâm için duâ ederdim. Ben anladım ki, hastalık duâ etmekliğim için verilmiş. Duâ ile duâyı, yani duâ kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duânın netîcesi uhrevîdir ; kendisi de bir nevi‘ ibâdettir. Çünki hastalık ile aczini anlar dergâh-ı İlâhîye ilticâ eder.”
14.HÂLIK-I RAHÎM HASTALIKLARI EN SEVDİĞİ İBÂDINA VERİYOR

Hastalıkların insanın gerçek manâda olgunlaşarak manevî mertebelerinin yükselmesinde, insanın Allah katındaki kıymetinin artarak Rabbinin rızasını kazanmasında çok büyük manevî tesiri vardır. Bu sebeple hastalığın manâsının güzel bir şey olduğunu, hastalığın zahirine değil de manâsına, gayesine bakılması gerektiğini belirten Bedîüzzaman Hazretleri bu konuda şunları söyler: “Eğer hastalığın ma‘nâsı güzel bir şey olmasa idi, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibâdına hastalıkları vermezdi. Hâlbuki hadîs-i sahîhte vardır ki: [اَشَدُّ النَّاسِ بَلَٓاءً اَلْأَنْبِيَٓاءُ ثُمَّ الْأَوْلِيَٓاءُ اَلْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ] Ev kemâ kāl. Yani: “En ziyâde musîbet ve meşakkate giriftâr olanlar, insânların en iyileri ve en kâmilleridirler.” Başta Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm, enbiyâlar sonra evliyâlar sonra ehl-i salâhat çektikleri hastalıklara birer ibâdet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmâniye nazarıyla bakmışlar; sabır içinde şükretmişler. Hâlık-ı Rahîm’in rahmetinden gelmiş birer ameliyât-ı cerrâhiye nev‘inden görmüşler. Sen ey âh u fîzâr eden hasta! Bu nûrânî kāfileye iltihâk etmek istersen, sabır içinde şükret. Yoksa şekvâ etsen, onlar seni kāfilelerine almayacaklar. O vakit ehl-i gafletin çukurlarına düşersin. Karanlıklı bir yolda gideceksin.”

15.BAZI HASTALIKLARDA ŞEHİDLİK MERTEBESİ VAR

Bedîüzzaman Hazretleri bazı hastalıklarda velayet derecesinin hatta şehadet mertebesinin bulunduğunu ifade ederek şöyle der: “Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer ölümle netîcelense, ma‘nevî şehîd hükmünde şehâdet gibi bir velâyet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar   ve karın sancısıyla ve gark ve hark ve tâûn ile vefât edenler, şehîd-i ma‘nevî oldukları gibi, öyle çok mübârek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünyâ aşkını ve alâkasını hafîfleştirdiğinden, vefât ile dünyâdan, (ehl-i dünyâ için gâyet elîm ve acı olan) müfârakati tahfîf eder ve bazen de sevdirir.”

16.HASTALIK TOPLUM HAYATINDA HÜRMET VE MERHAMETİ TEMİN EDER

Hastalık, insanlar arasındaki hürmet ve merhamet duygularını olgunlaştırır. İnsanlara unuttukları veya farkında olmadıkları bu duyguları yeniden tattırır. Toplumsal bir dayanışmanın vesilesi olur. Eğer insan hasta olmazsa kendi kendine yetebileceğini nefs-i emaresi ona telkin eder. “Bir ben varım başka vara gerek yok” düşüncesiyle etrafındaki insanların şefkat ve merhametlerini göremez ve görmek de istemez. O insan birden, hasta olunca muhtaç olduğu ama gafletten dolayı farkında olamadığı çevresindeki samimi hürmet ve içten merhamet sahiplerini fark etmeye başlar ve hastalık onun bu yöndeki gafletini dağıtır.

17. HASTA BAKICILARA MÜJDELER

Hastanın tedavisinde doktor kadar ilaç kadar önemli olan bir nokta da hiç kuşkusuz hasta bakıcıların tutumudur. Onların şefkatlerinin ve ilgi derecelerinin hastanın moralinin düzelmesinde çok büyük etkileri vardır. Öyle ki hasta bakıcıların hastaya karşı gösterecekleri güler yüzün, ihtimamın, itinanın hasta üzerinde tarif edilmez güzel neticeler doğurduğu tıbbi bir gerçektir. Bu konuda hasta bakıcılara: “Sizin önünüzde mühim bir ticâret-i uhreviye var. Şevk ve gayretle o ticâreti kazanınız.”  tavsiyesinde bulunan Bedîüzzaman Hazretleri, hastalara Allah rızası için bakmanın mühim bir sevap vesilesi olduğunu belirtir.

18.HASTALIKLARDA ŞİKÂYETE HAKKIMIZ YOK

Günümüzde birçok hastanın psikolojik sıkıntılarının temel bir sebebi olan, hastaya “Ben, ne yaptım ki, bu başıma geldi” veya “Neden ben seçildim de bu hastalığa yakalandım, bu bir haksızlık değil mi?” gibi sözleri söylettiren, neticede Rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit ve Yaradana zulm isnad etmek manalarını taşıyan Allah’a itiraz ve Allah’tan şikâyet etme hastalığına karşı, Bedîüzzaman Hazretleri şu güzel ifadelerle tedavi yolunu gösterir: “Ey şükrü bırakıp şekvâya giden hasta! Şekvâ, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zâyi‘ olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakk’ın hakkını vermedin, haksız bir sûrette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, sıhhat noktasında kendinden aşağı derecelerde bulunan bîçâre hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa iki gözü de olmayan a‘mâlara bak! Allâh’a şükret. Evet, ni‘mette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeğe hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musîbette herkesin hakkı, musîbet noktasında kendinden daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin.”

19.HASTALIK İKİ KISIMDIR

Gerçek hastalıkların yanında bir de hastanın kafasında oluşan, hastanın iç dünyasını meşgul eden, hatta bazen gerçek hastalıktan daha şiddetli seyreden vesvese ve kuruntulara dayanan vehmî hastalıklar vardır. Bu tür hastalıklara yakalananlara Bedîüzzaman Hazretleri şu cümlelerle tavsiyelerde bulunur: “Vehmî hastalık ise; onun en müessir ilâcı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet verilmezse küçülür, dağılır. Nasıl ki arılara iliştikçe, insânın başına üşüşürler, aldırmazsan dağılırlar. Hem karanlıkta gözüne sallanan bir ipten gelen bir hayâle ehemmiyet verdikçe büyür. Hattâ bazen onu dîvâne gibi kaçırır; ehemmiyet vermezse, âdî bir ipin yılan olmadığını görür, başındaki telâşına güler. Bu vehmî hastalık çok devâm etse, hakîkate inkılâb eder. Vehhâm ve asabî insânlarda fenâ bir hastalıktır. Habbeyi kubbe yapar; kuvve-i ma‘neviyesi kırılır. Husûsan merhametsiz yarım hekîmlere veyâhûd insâfsız doktorlara rast gelse, evhâmını daha ziyâde tahrîk eder. Zengîn ise mâlı gider; yoksa ya aklı gider veyâ sıhhati gider.”

20.TEDAVİ OLMAK MEŞRUDUR

Hastalıkları hakiki ve vehmî olmak üzere iki kısma ayıran Bedîüzzaman Hazretleri, hakiki hastalıkların tedavisi için doktora başvurmanın, ilaç kullanmanın meşru olduğunu söyler fakat; şifayı Allah’tan bilmemiz ve beklememiz gerektiğini önemle belirtir. Bu münasebetle derdine derman arayan hastalara şu noktaları ders verir: “Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, küre-i arz olan eczâhâne-i kübrâsında, her derde bir devâ istîf etmiş. O devâlar ise, derdleri isterler. Her derde bir dermân halk etmiş. Tedâvî için ilâcları almak, isti‘mâl etmek meşrû‘dur. Fakat te’sîri ve şifâyı, Cenâb-ı Hak’tan bilmek gerektir. Dermânı o verdiği gibi, şifâyı da o veriyor. Hâzık ve mütedeyyin hekîmlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâcdır. Çünki ekser hastalıklar sû’-i isti‘mâlâttan, perhizsizlikten ve isrâftan ve hatîâttan ve sefâhetten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekîm, elbette meşrû‘ bir dâirede nasîhat eder ve vesâyâda bulunur. Sû’-i isti‘mâlâttan, isrâfâttan men‘ eder, tesellî verir. Hasta o vesâyâ ve o tesellîye i‘timâd edip hastalığı hafîfleşir, sıkıntı yerinde bir ferahlık verir.”

21. ÇOCUKLARIN HASTALIĞINDAKİ HİKMET

Şefkate layık, günahsız masum çocukların hastalıkları, çoğu insanların rikkatine ve merhametine dokunuyor. Onların hastalık esnasında çektikleri sıkıntılar o insanlara ağır geliyor. Hele hele anne ve babalar, çocuklarına gelen bu hastalıklardan çok etkileniyorlar ve üzülüyorlar. Böyle kimseleri teskin ve teselli için, Bedîüzzaman Hazretleri çocuklara gelen hastalıkların bir hikmet için geldiğini, hastalıkların çocukları gelecekte karşılaşacakları sıkıntılara şimdiden hazırlamak, onları maddi ve manevî yönden olgunlaştırmak gibi pek çok mühim gayeler için Allah tarafından verildiğini nazara verir.

22. HASTA OLAN ANNE, BABA VE AKRABAYA BAKMAK İSLAMİYETİN GEREĞİDİR

Anne, baba veya yakın akrabalar hastalandıklarında veya yaşlandıklarında her bir evladın üzerine borç olan bir vazifesi onlara samimi bir hürmet ve beklentisiz bir hizmette bulunup onların kalplerini hoşnud ederek hayır duâlarını almaktır. Bundan dolayı, hastalanan anne, baba, akraba ve ehl-i iman ihtiyarlara bakmanın, islamiyetin gereği olduğunu belirten Bedîüzzaman Hazretleri hasta yakınlarına Hastalar Risâlesinde şöyle nasihat eder: “İhtiyârlara bakmak ise; hem azîm sevâb almakla berâber, o ihtiyârların ve bilhâssa peder ve vâlide olsalar, duâlarını almak ve kalblerini hoşnûd etmek ve vefâkârâne hizmet etmek hem bu dünyâdaki saâdete, hem âhiretin saâdetine medâr olduğu rivâyet-i sahîha ile ve çok vukûât-ı târîhiye ile sâbittir. İhtiyâr peder ve vâlidesine tâm itâat eden bahtiyâr bir veled, evlâdından aynı vaz‘iyeti gördüğü gibi; bedbahtbir veled eğer ebeveynini rencîde etse, azâb-ı uhrevîden başka, dünyâda çok felâketlerle cezâsını gördüğü, çok vukûât ile sâbittir. Evet ihtiyârlara, ma‘sûmlara ve yalnız akrabâsına bakmak değil; belki ehl-i îmân (mâdem sırr-ı îmân ile uhuvvet-i hakîkiye var) onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyâr ona muhtâc olsa, rûh u cânla ona hizmet etmek İslâmiyet’in muktezâsıdır.”

23. HASTALIĞA EN TESİRLİ İLAÇ: KUVVETLİ BİR İMAN

Manevî buhranlarla çalkalanan şu içinde yaşadığımız asırda, insanları dipsiz bir uçurumun eşiğine getiren dehşetli imansızlık hastalığı olduğu gibi, müslümanları da maddi ve manevî yönden zillete düşüren, güçsüz hale getiren imanlarındaki zaafiyettir. Bundan dolayıdır ki, manevî hastalıklarımızın yegane çaresi imanımızı inkişaf ettirip Kur’ân’ın emirlerine uymak olduğu gibi, bedeni olan hastalıklarımıza karşı da en tesirli ilaç kuvvetli bir imandır. Zira imani bir nazarla hastalığa bakıldığı zaman o hastalık, gerçek ve şirin olan yüzünü gösterir. İnsanı manen terbiye eder. İnsana sabrı öğretir. Hakiki kulluk vazifesini hatırlatır. İnsan da dört elle hakiki vazifesine sarılır.

24.HASTALIKLAR BİZE NE DİYOR:

“Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücûduna ve cismine der ki: “Lâyemût değilsin, başıboş değilsin, bir vazîfen var. Gurûru bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öylece hâzırlan.”
"Ey hasta! Senin vücûdun taştan, demirden değildir. Belki dâimâ ayrılmağa müsâid muhtelif mâddelerden terkîb edilmiştir. Gurûru bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazîfeni bil, dünyâya ne için geldiğini öğren.” kalbin kulağına gizli ihtâr ediyor."
“Hastalık senin vücûduna misâfir olarak gönderilmiştir. İnşâallâh çabuk vazîfesini bitirir gider. Ve âfiyete der ki; “Sen gel, benim yerimde dâimî kal, vazîfeni gör, bu hâne senindir, âfiyetle kal.”

SONUÇ

“Mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettarı, hayata hizmettir.” diyen Bedîüzzaman Hazretleri, insanların, hususan hastaların manevî hayatına ve ruhî sıkıntılarına bir nebze de olsa teselli olabilmek için Hastalar Risâlesini manevî bir reçete, manevî bir duâ ve dilek manasında hastaların istifadesine sunmuştur. Bu risaleyle hastalığın herkesin bakıp da göremediği güzel mahiyetini ve şirin yüzünü göstermiştir. Hastalıkların tesadüfler sonucu değil, Allah’ın ismiyle ve müsadesiyle geldiğini mâ’kul ve makbûl delillerle ispat etmiştir. Sonuçta insanların hoşlanmadığı hastalığı, Allah’ın izniyle hastalara sevdirmiştir.

(Dr. Mirza İnak'ın kaleme aldığı bu makale İrfan Mektebi adlı dergiden alınmıştır. Kaynak için tıklayınız.) 

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails