Yetmiş Sekiz

Morali bozuktu Benjamin'in. Yüzünden düşen bin parçaydı. Yine hatırlamıştı o günleri. Aklına gelince derin bir hüzün kapladı içini, gözleri doldu dolacaktı. Yıllar önce büyük oğlu uyuşturucu işine bulaştıktan sonra vefat haberi ile yıkılmış, her şeyini küçük oğluna adamıştı. Tek yaşam kaynağı olan küçük oğlu ise ağabeyinden sonra çok sevgili babasını bir trafik kazasında terk etmiş ve babasını hüzne boğmuştu. Hayatta tutunacağı bir dalı, gurur duyacağı bir dayanağı olmadığını düşünen Ben*, artık İngiltere'de kalmak istemiyordu. Zaten genç yaşta emekli olmuş, yirmi yıldır sırf çocukları için para biriktiriyordu ki artık biriktirmesinin de anlamı kalmamıştı.

Dünyayı gezmeye karar verdi. Neresi olursa gidecekti. Önce Uzak Doğuya gitti, Japonya, Tayvan, Kore. Değişik kültürler, tatlar, insanlar deniycekti, belki unuttururlar ona diye. Olmadı.Pek çok ülkeye gitti, oralarda uzun vakit geçirmesine rağmen bir türlü aradığı huzuru bulamadı. Sonunda Yeni Zelanda'ya kardeşinin yanına gitmeye karar verdi. Belki yakınlarında tanıdığı birileri olması onu rahatlatırdı fakat maalesef yine bulamadı aradığını. Kardeşi Yakop ona vefat eden oğlunu
hatırlatıyordu. Sanki evde oğlu dolaşıyordu. Orada da çok kalamadı. Ne yapacaktı? Nereye gitsindi, ne yapsındı? Derin derin düşünüyordu ki masada önceki günden kalan buruşmuş gazetenin siyah beyaz sayfaları arasındaki büyük puntolarla yazılmış tatil reklamına gözü ilişti. "Sırları Çözülemeyen Mekânlar: Mısır Piramitleri" 10 günlük Mısır tatili, hem de indirimdeydi. Kış geldiğinden olsa gerek fiyatlar da düşmüştü. Benjamin kışın sert geçmediği yerleri severdi. Bu fikir hoşuna gitti. Karar verilmişti artık, Mısır'a gidilecekti.

Yetmiş yedi yaşına Mısır'da giren Ben ilk gün otelden dışarı çıkamadı, hem yol hem de hayat yormuştu onu. Ertesi gün program dâhilinde Mısır gezisine başlayacaktı, yeni bir gün için dinlendi. Herkesle beraber piramitlere gitti, devasa taşlar, ilgici çekici binalar, mistik ortamlar onu çok da etkilememişti. Kalbinin bir yerlerinde hatırlamak istemediği o hüzün sanki onu hep takip ediyordu. Kaçacağı bir yer arıyordu. Tur bitmiş serbest vakit geçirmek üzere şehir merkezine getirilmişlerdi. Gençliğinde hız tutkunu olan Ben, motor kiralamaya karar verdi. İlk gördüğü kiralama servisine daldı. Görevli genç kibarca karşıladı ve zayıf İngilizcesiyle ne tarz bir şey istediğini sordu. Motosiklet kiralamak isteyen Benjamin'e şöyle bir bakan genç, adamın yaşlı olduğunu görünce motordan vazgeçirmek istedi. Patronu yine kızacaktı ona, biliyordu ama bu adam çok yaşlıydı ve başına bir şey gelmesinden endişelendi. Derken motosiklet işini erteleyen Benjamin, adının Ahmet olduğunu öğrendiği gençle sohbete koyuldu. Bir saat kadar sonra Ben otele gitmek üzere ayrıldı.

Diğer günlerde de öğleden sonraları saat iki üç civarında Ahmet'e uğramaya başladı. Genç, Benjamin'e gayet nazik davranıyor, onu dinliyor ve ihtiyacı olduğunda da Kahire’de neyi, nerede, nasıl bulacağını anlatıyordu. Samimiyetin kısmen arttığını gören Ahmet, Benjamin'i camiye davet etti. "Benimle camiye gelmeye ne dersiniz? Hem de motora binmiş oluruz." "Motora binerim, seninle gelirim, camiye girmem." "Tamam, siz bilirsiniz."

Ahmet'in sürdüğü motora atlayan Benjamin camiye gelince tedirgin bir şekilde arkadaşına, "Ben Yahudiyim ve benim dinimde camiye girmek yasak." dedi. Ahmet ise, "Tamam, ibadet etmenize gerek yok, yalnızca bakıp çıkabilirsiniz." dedi. Bundan ikna olup çekinerek girdiği camide Müslümanları ilk kez ibadet ederken gördü Benjamin. Ferah, sakin ve aydınlık bir mekan, harmonik ve kulak okşayıcı bir ses. Etkilendiği belliydi. Bir mihraba bakıyor, bir kubbede dalıp gidiyordu. O başka alemlerde gezinirken Ahmet namazını bitirdi ve beraberce çıktılar. Ertesi gün tekrar gelen Benjamin, Ahmet'e camiye tekrar gidip gitmeyeceğini sordu. Olumlu cevap alınca Ahmet'le beraber tekrar atladılar, gittiler.

On gün ne kadar da çabuk geçmişti. Benjamin, yeni arkadaşına İngiltere'de tanıdığı birileri olup olmadığını sordu. Ahmet, Brighton (Braytın)'da bir camide ağabeyinin imam olduğunu, gidince görüşebileceklerini söyledi. Kaderin ne güzel bir cilvesi idi ki, Benjamin de zaten aynı şehirde oturuyordu. İngiltere'ye döner dönmez Ahmet'ten aldığı adrese gitti, o saatte camide kimseyi bulamadı. Duvarda yazılı olan telefon numarası ve namaz vakitlerini not aldı. Eve gitti ve namaz vaktine yakın camiyi aradı. Telefona imam çıktı, İslamiyetle ilgili soruları olduğunu söyleyen yaşlı adam ne zaman isterse gelebileceği cevabını aldı. O kadar heyecanlıydı ki, ilk otobüsle camiye geleceğini bildirdi imama. Camiye gelen Ben, kütüphanede imamla uzun uzun konuştu. Sorular sordu, cevapları ilgiyle dinledi. İmam bir saat soru cevap üzerine Müslüman olup olmak istemediğini kibarca sordu. Benjamin ise önce görmek istediğini, nasıl olduğunu bilmek istediğini belirtti. Bunun üzerine imam, size bir haftalık bir seminer programı verelim. Bizim bir hafta boyunca neler yaptığımızı, nasıl yaşadığımızı görün dedi. Bir hafta boyunca beraber abdest alıp, beraber secdeye gittiler. Peygamber Efendimiz Aleyhissaletü Vesselam kimdir, Kur'an-ı Kerim ve özellikleri, İslam'da kadının yeri, aile kurumunun önemi, savaş ve barış, faiz, dürüstlük vesaire derken bir haftada İslam ile ilgili genel bir bilgi sahibi olan Benjamin, ilk cuma günü cemaatin önünde şehadet getirdi ve Müslüman oldu.

Bu olay ne zaman mı oldu? Geçen yaz. Müslüman olunca Muhammed ismini alan Benjamin şimdi 78 yaşında. Her gün Kur'an okuyor, İngilizce meal ve tefsir okumayı hiç aksatmıyor. Namaza gidiyor ve çevresindekilere de tebliğ ediyor.

Yalnız Muhammed'in bir hastalığı var, kanser teşhisi koyulmuş ve doktoru bir kereden fazla dışarı çıkmamasını önermiş. Camiye günde sadece bir kez gidebilecekmiş, buna üzülüyor.

Beş vakit namazına camide devam edebilmek istiyor. Müslüman kardeşleriyle beraber vakit geçirmekten ve namazlardan sonra okunan derslerden çok keyif alıyor.

Sizden tek isteği ise duanız.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails