Bize dilimizi, dinimizi, herşeyimizi öğreten annelerimiz…
Bizim için gece gündüz demeyen fedakar annelerimiz. Bu yazıyı okurken biraz özeleştiri yapacağız, biraz düşüneceğiz, hepsinden öte biraz kendimizi yargılayacağız. Acaba bizlere hep güzeli mi öğretiyorlar? Bize her zaman iyilik mi yapıyorlar? Yoksa bizim istikbalimizi mi karartıyorlar. Bizi kendine güvensiz, silik karakterli, zayıf insanlar mı yapıyorlar? Bir anne bunları yapar mı demeyin! Yapabilir fakat yaptığının farkına varmaz, hatta onu yaparken kendine göre mükemmel gerekçeleri de vardır. Bunu sorgulamamıza neden olan olayı sizinle paylaşacağız. Sizden ricam, okurken kendinizi aşağıda anlatacağımız o çocukların yerine koymanız. Lütfen o yaşlara gidin ve o anı yaşamaya çalışın.
Bir ilim meclisinde öğrencilerimden bir grup ile konuşuyor, dertleşiyorduk. Ailelerimizden, ana baba hakkından bahsediyor, onlara nasıl davranmamız gerektiğini anlatıyorduk. Annelerimizin çok kıymetli olduğunu konuştuk. Cennet anaların ayağı altındadır, onlar fedakardırlar, şefkatlidirler. Bizim senelerce en küçük ihtiyacımızı bile hiç iğrenmeden, öf demeden karşılayan annelerimizin bizlere sevgi ve enerji verdiğini söylüyorduk. Konuştuk da konuştuk. Hakikaten ne kadar teşekkür etsek azdı onlara. Öyle bir hava oluşmuştu ki sanki annelerimizin o tatlı sıcaklığını hissetmiş, hadislerdeki gibi annemize derin bir sevgi hissetmiştik yeniden. Bu güzel havanın ardından,
haydi bugün eve gidince annenize hiçbir karşılık beklemeden sarılın, elinden ve yanaklarından öpün dedim ve annenize onu sevdiğinizi söyleyin. Haftaya tekrar buluşunca izlenimlerimizi paylaşalım dedim ve ayrıldık. Öğrencilerde bir coşku: “Haklısınız öğretmenim yapacağız!” Hepsi heyecanla çıktı.
Diğer hafta geldiklerinde tekrar oturduk. “Neler yaptınız bakalım?” dediğimde bir kısmının yüzünde hiç de ummadığım ifadeler gördüm. Yüzü gülenler güzel güzel anlatmaya başladılar. Bir tanesi, eve gittim, annem bulaşık yıkıyordu. “Annecim!” dedim ve boynuna sarıldım. Yanaklarını öptüm ve zor oldu ama bir çırpıda “Annecim seni çok seviyorum” dedim. Annem ilkin şaşırdı ama sonra gözleri sevinç ile parladı, gözleri yaşardı. Sarıldık birbirimize. Çok güzeldi, anlatamam öğretmenim. Diğeri girişti, cesaret edemedim başta. Sonra gittim elini öptüm. Hafifçe “Anne seni seviyorum!” dedim, yavrum dedi, önce duymadı sonra biraz daha yüksek sesle söyleyince, ben de “Seni çok seviyorum yavum”dedi. Hiç o kadar şaşıracağını tahmin etmiyordum. Ben de çok mutlu oldum onun sevindiğini görünce. Öteki, beriki derken çocukların bir kısmı o kadar mutluydu anlatırken, sanki o anı tekrar yaşıyorlardı. Gözlerindeki parıltı ne kadar mutlu olduklarını gösteriyordu. Ama diğer bir kısım ise hiç parmak kaldırmıyor, söylemeye niyetleri yok gibi görünüyordu. Ben de onları zorlamadım ama ders sonrası parmak kaldırmayanlarla herkes ayrıldıktan sonra dertleşmeye başladık. “Sizler ne yaptınız bakalım?” dediğimde, aslında gözlerinden az önce okuduğum üzere alacağım cevabın olumsuz olacağını biliyordum yine de tam olarak öğrenmek istiyordum.
Çocuklardan biri başladı. Hocam hiç de dediğiniz gibi olmadı. Gittim büyük bir heyecanla anneme sarıldım. Hatta çiçek de götürmüştüm ona. Döndü, “N’oldu be yaramaz? Hayırdır, bir işin mi düştü gene, sen gelmezdin benim yanıma?” dedi. Sırtımdan kaynar sular döküldü. Annem bana hiç kıymet vermedi. Dinlemedi bile. Yarım ağızla tekrar sorar gibi yaptı. Ben ise hiiiç dedim, çiçeği sessizce bir kenara bıraktım ve usulca arkama döndüm gittim. Çok ama çok üzüldüm…
Diğeri sözü aldı kızgınca. “Aşk olsun hocam, hani annelerimiz şefkat kahramanlarıydı, fedakarlardı? Gittim, annem “Sus, oğlum” dedi, arkasını döndü. Şimdi en sevdiğim diziyi seyrediyorum. Bana bakmadı bile. Diziyi seyretmeye devam etti. Televizyonundan fedakarlık göstermedi. Hem de hergün seyrettiği o iğrenç filmi için beni susturdu.” Öteki, “Annecim seni çok seviyorum” dedim. “Bugünün nasıldı?” diyerek söze girdim ki, “Nasıl geçecek be!” dedi, “Hadi ekmek al gel! Sonra hemen dersinin başına otur!” “Öyle kötü oldum ki hocam düşünsenize. Kendinizi benim yerime koyun. Sırf onu sevdiğimi söylemek için gidiyorum yanına ve benim sözlerim, varlığım onun için hiç kıymeti yok. Beni dinlemek bir yere her gün söylediği ezber cümlelerini söyledi geçti. Bu çocuk ne diyor, konuşacakları var mı demedi!”
Sonuncusu gözleri hafif dolmuş, omuzları düşmüş, tamamen karamsar bir hava içinde; “Hocam hiç umudum yoktu ama yine de belki demiştim. Gittim annemin yanına. Mutfağa girdim. ‘İçeri o kıyafetle girme! Evi pisletiyosun, hemen üzerini çıkar, çantanı ortalığa bırakma, şunu yapma, bunu yapma!’ demeye başladı. ‘Hadi çabuk git ders çalışmaya’ dedi yine. Her seferinde böyle oluyor hocam. Annemle aramızdaki konuşma sadece okul ve ders üzerine oluyor. Okulda başımdan geçenleri paylaşacak oluyorum, beni dinlemiyor, susturuyor. Yorgunum başımı ağrıtma diyor. Derslerine çalış, üstünü çıkar, elini yıka, şunu yap, bunu yapma. Daha hiç şöyle oturup muhabbet ettiğimizi hatırlamıyorum. Hani hocam, anneler fedakardı, şefkatliydi? Bu mu şefkat? Annem beni dinlemeyecekse, benimle konuşmayacaksa, ütülü pantolonların, temiz gömleklerin ya da leziz yemeklerin anlamı var mı, hocam?”
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Günün yorgunluğundandır, aslında onlar da sizi kırmak istemez falan filan dedim ama ben de inandıramadım ki kendimi. Çünkü çocuklar haklıydı. Bu durum ailelerde maalesef çokça karşılaştığımız bir durumdu. Çocuğunun yemeğini yapan, çamaşırlarını yıkayan anneler kendilerini dünyanın en fedakar annesi; çocuğuna çok para veren, odasını teknolojiyle donatan babalar da kendini en iyi baba ilan ediyordu. “Her şeyi yapıyorum bu çocuklar için ama yok bunda okuyacak göz yok.” Oysa çocukların istedikleri en başta onlara gösterilecek olan sevgiydi. Her şey sevgiyle başlıyordu. Onlara sevildiklerini göstermeleri, onlarla beraber vakit geçirmeleri, dertleşmeleri, okuldan gelince onu dikkatsizce bile olsa dinlemeleri, onlara kendilerinin değerli olduğunu ispat edecekti. Ama ebeveynler, çocuklarının maddi ihtiyaçlarının karşılanmasının yettiğini zannettiler. Oysa çocuklar sadece dinlenilmek, insan olduklarının hissedilmesini, bu dünyada onların da var olduklarının bilinmesini istiyorlardı. Ama her seferinde; sen sus, karışma, git, şunu yap, televizyona bakma, kitap oku gibi emirlerle kendilerinin yapmadığı işlerle vazifelendiriyorlardı.
Şöyle bir düşünelim…Çocuğumuz okuldan gelince neler yapıyoruz? Onlar bizden bir şey istediğinde ya da olumsuz bir durumda verdiğimiz cevabı ve tepkiyi bir düşünelim. Onlara ilk olarak, sertçe, kaba sözler sarfedip çoğumuz onlara üstelik mi bastırıyoruz yoksa onlarla konuşup çözmeye mi çalışıyoruz?
Çocuklarımızı ilerleyen yıllarda kendine güvensiz, medeni cesareti olmayan, korkak ve zayıf karakterli bireyler yapıyor olabiliriz. Bize kalsa biz onlar için herşeyi yaptık, daha ne yapacağız. Ama işler hiç de böyle değil. Çocuklarımızın başarısız, cesaretsiz, kendine güveni olmayan çocuklar olmasını hiçbirimiz istemeyiz. Onların incitilmesi, onlara bir zarar gelmesi bizi derinden sarsarken, onların yerine keşke biz yaralansak deriz. İçimiz gider, onlar ayaklarını masaya çarpınca. Onların istikbali bizim için çok çok önemlidir. Pekala, neden onları dinlemez, neden onlara vakit ayırmayız? Onların ruh sağlıkları istikballerini etkilemeyecek mi?
İlmi çalışmalarımız, iş hayatımız, eşimiz ile geçirdiğimiz veya TV karşısında geçirdiğimiz vaktin en azından yarısını çocuğumuzla geçirsek onlar da birey olduklarının, var olduklarının farkına varacak, sevildiklerini bizzat yaşayarak göreceklerdir. Onu sevdiğimizi söylememiz, onun bize olan ve olması muhtemel önyargısını kıracaktır. Yaşadığı tecrübeler çerçevesinde kendince çıkardığı annem veya babam beni zaten sevmez önyargısını böylece baştan kırmış oluruz. Bizler duygularımızı açığa vurmaktan nedense kaçınıyoruz. Gerek eşimize gerekse çocuklarımıza onları sevdiğimizi söyleyemiyoruz. İnanın bunu yapmamız, muhabbetimizi, birbirimize olan sevgiyi ve bağlılığı artıracaktır. Başta zor olsa da sonradan daha kolay bir şekilde “Seni seviyorum” diyebileceğiz. Bu hayatımızdan zevk almamızı, müsbet düşünmemizi sağlayacaktır. Aramızdaki ufak tefek kırgınlıkları, soğuklukları da giderecektir.
Birçok öğrencimde gördüğüm bu vahim durum beni buna zorladı. Birer anne baba olarak, çocuklarımızı dinlemek, onları sevdiğimizi söylemek, her zamankinden farklı olarak ders harici konularda konuşmak, onlarla oynamak ve onları birey olarak kabul etmek, onların fikirlerine saygı göstermek canımızdan çok sevdiğimiz yavrularımızın az önceki çocuklar gibi hayal kırıklığına uğramasını engelleyecektir.
Kim bilir belki de bu çocuklardan biri sizin çocuğunuzdur. Belki de bu hikaye sizden bahsediyordur. Belki de gelecekte anne olacak veya baba olacak birimizden de bahsediyordur.
Siz de biliyorsunuz ki, onların küçücük dünyalarında birkaç dakikacık olsun dinlenilmek çok önemlidir. Onunla en sevdiği silgisini beraberce aramak ya da kendisine haksız yere kızan öğretmeni hakkında konuşmak ya da kavga ettiği arkadaşından bahsetmek bizim için çok önemsiz, hatta sıkıcı olabilir. Bizim çok önemli işlerimiz, yoğun bir gündemimiz, aksatılmaz, aksatılması dahi teklif edilemez işlerimiz olabilir. Unutmayalım onların yoğun gündemi de bu, onların en önemli gündem maddeleri belli. Bu onlar için çok önemli. Birazcık da onları dinleyelim. İşlerimizi aksatalım, ilmi çalışmaları bırakalım, ev işlerine son verelim demiyorum. Onların bize göre küçük ama aslında onlara göre kocaman dünyalarını paylaşalım. Göreceksiniz aslında o kadar da zor değil. Sadece birkaç dakikanızı verin ve, “Yavrum günün nasıl geçti?” deyin! O zaten, kurulu oyuncak gibidir. Dökülmeye başlar. Tabi siz bilirsiniz, artık gerisi size kalmış. İster kendinizi sevdirin, ister kendinizden nefret ettirin.
Şairin dediği gibi “Onların yazdıkları yazacakları, yaptıkları yapacakları hep annelerin eseri olacak.” Güzel şeyler yapmalarını, iyi anne babaları olduğunu göstermelerini istersiniz değil mi? Öyleyse tertemiz beyaz bir kağıt gibi olan yavrularınızın ruh ve kalp dünyalarına olumlu çizgiler çizmeli, onlara güzel bir hayat resmi çizmelerinde rehberlik etmelisiniz; en azından resmin dış hatlarını güzel ve yumuşak hatlarla belli etmelisiniz ki, ilerleyen yıllarda o güzel resmi kendileri bitirmeye fırsatları olsun. Yoksa onların ruh kağıdına silinmesi çok zor sert çizgiler ve derin darbeler bırakırsak, onlardan güzel bir resim çizmesini beklemek zor olabilir.
Gelin, bugün onları dinlemeye başlayalım, birkaç dakika harcayalım, ama seneler kazanılım!
Menim Anam
Savadsızdır
Adını da yaza bilmir
Menim anam...
Ancak mene
Say öğredib
Ay öğredib
İl öğredib
En vacibi dil öğredib
Menim anam.
Bu dil ile tanımışam
Hem sevinci
Hem de gamı
Bu dil yazmışam
Her şiirimi
Her nağmemi,
Yoh men heçem
Men yalanam
Kitap kitap sözlerimin
Müellifi Menim anam…
Bahtiyar Vahabzade